Guidebook for Beykoz

Agnes
Guidebook for Beykoz

Sightseeing Zwiedzanie Gezilecek Yerler Okolice Stambułu

Wyjątkowe miejsce. Unikalny zabytek. Dech zapierająca historia. Duchowe uniesienie, historia i sztuka.
1014 helybéli ajánlásával
Hagia Szophia
No:1 Ayasofya Meydanı
1014 helybéli ajánlásával
Wyjątkowe miejsce. Unikalny zabytek. Dech zapierająca historia. Duchowe uniesienie, historia i sztuka.
İstanbul'a en yakın tatil yerleri arasında, doğanın en saf halini barındıran, en sakin, en yeşil, en huzurlu ve en romantik kaçış noktalarından biri olan Polonezköy , Karadeniz sahilinden 20 km; İstanbul'un Boğaziçi kıyılarından ise 15-20 dakkalik bir arabayla yolculukla ulasabileceginiz kulağınıza sadece kuş seslerinin gelecegi, gözlerinizin yeşile doyamacagi, kendinizi doğanın kucağına bırakabileceğiniz, İstanbul'un keşmekeş hayatından uzak bir mesafede ama bir o kadar yakın "Polonya köyu" olarak bilinen bir yerden bahsediyoruz. Polonezköyu Polonezköy yapan onun tarihi, kisiligi, kokenidir. Polonezkoy hakkinda daha fazla bilgi icin Zofia Rizi Ani Evine 'Zosia teyzenin Evi' ne bekleriz. Polonezköye gelip yoresel yemekleri, tatlilari denemeden ve dahasi Zosia Teyzenin Ani Evini gormeden gitmeyiniz diyoruz cunku ancak o zaman neden Polonezköyu tavsiye ettigimizi anlayabilirsiniz. Pek yakinda sizlerle gorusmek umidiyle saglicakla kalin. Polonezköyun yerlisi ve sakini
10 helybéli ajánlásával
Polonez
10 helybéli ajánlásával
İstanbul'a en yakın tatil yerleri arasında, doğanın en saf halini barındıran, en sakin, en yeşil, en huzurlu ve en romantik kaçış noktalarından biri olan Polonezköy , Karadeniz sahilinden 20 km; İstanbul'un Boğaziçi kıyılarından ise 15-20 dakkalik bir arabayla yolculukla ulasabileceginiz kulağınıza sadece kuş seslerinin gelecegi, gözlerinizin yeşile doyamacagi, kendinizi doğanın kucağına bırakabileceğiniz, İstanbul'un keşmekeş hayatından uzak bir mesafede ama bir o kadar yakın "Polonya köyu" olarak bilinen bir yerden bahsediyoruz. Polonezköyu Polonezköy yapan onun tarihi, kisiligi, kokenidir. Polonezkoy hakkinda daha fazla bilgi icin Zofia Rizi Ani Evine 'Zosia teyzenin Evi' ne bekleriz. Polonezköye gelip yoresel yemekleri, tatlilari denemeden ve dahasi Zosia Teyzenin Ani Evini gormeden gitmeyiniz diyoruz cunku ancak o zaman neden Polonezköyu tavsiye ettigimizi anlayabilirsiniz. Pek yakinda sizlerle gorusmek umidiyle saglicakla kalin. Polonezköyun yerlisi ve sakini

Sightseeing, Gezilecek yerler, Zwiedzanie Adampol - Polonezköy

Polecamy
Polonezköy Country Club olarakta bilinen Hayvanat Bancesi ailece zaman geçirilebilecek harika bir tesis. Yemyesil buyuk bir alanda zengin bir hayvan koleksyonuna sahip olan Polonezköy Zoo - Doğal Yaşam Parkı ayni zamanda gezerek zevkli vakit gecirmeniz icin ideal bir yer. Gorulecek yerler arasinda tavsiye ederiz.
Polonezköy Zoo - Doğal Yaşam Parkı
75. Yıl Caddesi
Polonezköy Country Club olarakta bilinen Hayvanat Bancesi ailece zaman geçirilebilecek harika bir tesis. Yemyesil buyuk bir alanda zengin bir hayvan koleksyonuna sahip olan Polonezköy Zoo - Doğal Yaşam Parkı ayni zamanda gezerek zevkli vakit gecirmeniz icin ideal bir yer. Gorulecek yerler arasinda tavsiye ederiz.
Zosia Teyzenin Ani Evi olarak bilinen Zofia Rizi Ani Evi Polonezköy'ün en eski evidir. Bu ev (1882) hafta sonlari halkın ziyaretine açıktir. Polonezköy'ün tarihi hakinda bilgi veren, fotograf sergisiyle ilgi ceken Zofia Rizi Ani Evinde Polonezköy'ün nasil kuruldugunu, Polonezköye Polonyalilarin nasil geldigini, Polonyali generallerin nasil Osmanli ordusunda gorev aldiklarini, halen Polonezkoyunde kac Polonyalinin yasadigini, Leyla Gencerin Polonezkoyden Polonya kokenli olusunu ve Polonezkoy hakkinda daha pek cok bilmediginiz detaylari, puf noktalarini ogrenebilirsiniz. Guruplara rezervasyonla hizmet verilmektedir.Onemli durumlarda 90 536 451 3171 Gospoda Pansiyon veya Leonardo Polonezkoy lutfen bas vurunuz. https://www.youtube.com/watch?v=b4QleG4xRu0
Zosia Teyzenin Anı Evi
Zosia Teyzenin Ani Evi olarak bilinen Zofia Rizi Ani Evi Polonezköy'ün en eski evidir. Bu ev (1882) hafta sonlari halkın ziyaretine açıktir. Polonezköy'ün tarihi hakinda bilgi veren, fotograf sergisiyle ilgi ceken Zofia Rizi Ani Evinde Polonezköy'ün nasil kuruldugunu, Polonezköye Polonyalilarin nasil geldigini, Polonyali generallerin nasil Osmanli ordusunda gorev aldiklarini, halen Polonezkoyunde kac Polonyalinin yasadigini, Leyla Gencerin Polonezkoyden Polonya kokenli olusunu ve Polonezkoy hakkinda daha pek cok bilmediginiz detaylari, puf noktalarini ogrenebilirsiniz. Guruplara rezervasyonla hizmet verilmektedir.Onemli durumlarda 90 536 451 3171 Gospoda Pansiyon veya Leonardo Polonezkoy lutfen bas vurunuz. https://www.youtube.com/watch?v=b4QleG4xRu0
Polonezköyde yürüyüş yalnizca büyük şehir insanlarina degil ama her kez icin bir ilac olan ormanlarimizin Tabiat Parki olarak korunduktan sonra Polonezkoyde şehrin gürültüsünden uzak, dogayla basbasa gecirebileceginiz bir detoks hayata yeniden zinde ve ruhunuz dinlenmis olarak baslamanizi saglicaktir.
Polonezköy sétaút kezdete
Polonezköyde yürüyüş yalnizca büyük şehir insanlarina degil ama her kez icin bir ilac olan ormanlarimizin Tabiat Parki olarak korunduktan sonra Polonezkoyde şehrin gürültüsünden uzak, dogayla basbasa gecirebileceginiz bir detoks hayata yeniden zinde ve ruhunuz dinlenmis olarak baslamanizi saglicaktir.

Yemek ortamı

Polonezköyun merkezinde bulunan Leonardo Restauranti mekani, guzel sunumu, lezzetli yemekleriyle taninmis bir yer olup ayni zamanda muhakkak ugranilmasi gereken yarlerden biridir.
Leonardo Polonezköy
No:1 Cumhuriyet Cd.
Polonezköyun merkezinde bulunan Leonardo Restauranti mekani, guzel sunumu, lezzetli yemekleriyle taninmis bir yer olup ayni zamanda muhakkak ugranilmasi gereken yarlerden biridir.
Adampol Tesislerinde Polonya Mutfaginidan secimler yapip yeni tadlar deneyebilir, havuzunda guzel bir gun gecirebilirsiniz. Guruplar icin ideal bir yer olan Adampol Tesisleri acik bufesiyle lezzetli yemekler ve kahvalti keyfi sunmaktadir.
Adampol Hotel
No:12/A Beykoz Cd.
Adampol Tesislerinde Polonya Mutfaginidan secimler yapip yeni tadlar deneyebilir, havuzunda guzel bir gun gecirebilirsiniz. Guruplar icin ideal bir yer olan Adampol Tesisleri acik bufesiyle lezzetli yemekler ve kahvalti keyfi sunmaktadir.
İstanbul'un hemen yanıbaşında 1842 yılında kurulan bir Polonya Köyü olan Polonezköyun kurucularinin torunlarindan Polonya yemekleri ve tatlilar, Polonya muzigi veya Polonya hakkinda sohbet icin yada eski bir bahcede huzur icinde bir cay icmek icin gidilmesi gereken yerlerden biridir Gospoda Polonezköy/
Leonardo Polonezköy
No:1 Cumhuriyet Cd.
İstanbul'un hemen yanıbaşında 1842 yılında kurulan bir Polonya Köyü olan Polonezköyun kurucularinin torunlarindan Polonya yemekleri ve tatlilar, Polonya muzigi veya Polonya hakkinda sohbet icin yada eski bir bahcede huzur icinde bir cay icmek icin gidilmesi gereken yerlerden biridir Gospoda Polonezköy/
Beykozun harika deniz manzarasina bakarak, guzel bie servisle yapilan kahvalti keyfini yada gun icinde bir cay yudumlayarak, bogaza bogaza bakarak yorgunlugunuzu atacaginiz ve misafirlerinizi getirebileceginiz yerlerden biridir.
Bistro Tartaruga
Fevzi Paşa Caddesi
Beykozun harika deniz manzarasina bakarak, guzel bie servisle yapilan kahvalti keyfini yada gun icinde bir cay yudumlayarak, bogaza bogaza bakarak yorgunlugunuzu atacaginiz ve misafirlerinizi getirebileceginiz yerlerden biridir.

Gezilecek yerler

Polonezköye gitmişken Köy meydanındaki Arıcılık Müzesinide bal üretimine ilişkin çeşitli objelerin bulundugubu yeri ziyaret etmeden geçmeyin. Hafta sonlari geć vakte kadar acik olan muzede ayni zamanda Polonezköy balinida satin alma imkaniniz var.
Apiculture Museum
Cumhuriyet Caddesi
Polonezköye gitmişken Köy meydanındaki Arıcılık Müzesinide bal üretimine ilişkin çeşitli objelerin bulundugubu yeri ziyaret etmeden geçmeyin. Hafta sonlari geć vakte kadar acik olan muzede ayni zamanda Polonezköy balinida satin alma imkaniniz var.
"Cam Atölyesi" · Polonezköy Cam Sanat Merkezi http://polonezkoycamsanatmerkezi.com/
Polonezköy Glass and Glass Art Center Workshop
No:12 75. Yıl Caddesi
"Cam Atölyesi" · Polonezköy Cam Sanat Merkezi http://polonezkoycamsanatmerkezi.com/
Adını, Mısır Hıdivi Mehmet Ali Paşa'nın yakın adamlarından olan Ermeni kökenli Erem Amira'nın torunu Abraham Paşa'dan (1833-1918) almaktadır. Abraham Paşa, dönemin Osmanlı padişahı Abdülaziz'le dostluk kurmuş ve bir rivayete göre padişahla oynadığı bir tavla oyununda galip gelmesi üzerine bu korunun bulunduğu geniş araziyi kazanmıştır. Ayrıca Abraham Paşanın koru içerisinde yaptırdığı ve Abdülmecid’e hediye ettiği köşk, 1937 yılında yanarak yok oldu. Beykoz Fidanlığı içinde yer alan Tarihi Abraham Paşa Çiftliği’nde restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Beykoz Korusu station
Adını, Mısır Hıdivi Mehmet Ali Paşa'nın yakın adamlarından olan Ermeni kökenli Erem Amira'nın torunu Abraham Paşa'dan (1833-1918) almaktadır. Abraham Paşa, dönemin Osmanlı padişahı Abdülaziz'le dostluk kurmuş ve bir rivayete göre padişahla oynadığı bir tavla oyununda galip gelmesi üzerine bu korunun bulunduğu geniş araziyi kazanmıştır. Ayrıca Abraham Paşanın koru içerisinde yaptırdığı ve Abdülmecid’e hediye ettiği köşk, 1937 yılında yanarak yok oldu. Beykoz Fidanlığı içinde yer alan Tarihi Abraham Paşa Çiftliği’nde restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Anadoluhisarı Namazgahı Beykoz Belediyesi sınırları içinde bulunan Anadoluhisarı’ndaki namazgâh, Sultan Yıldırım Beyazıt’ın İstanbul’un fethi için 1396’da yaptırdığı Anadoluhisarı Kalesi bitişiğinde yer alıyor. Fatih Sultan Mehmet tarafından fetih hazırlıkları kapsamında güçlendirilip genişletilen kalede topların bulunduğu kısım yükseltilirken askerlerin ibadet edebilmesi için bir de namazgâh yaptırıldı. 3 Aylar ve yaz döneminde Beykoz Belediyesi tarafından düzenlenerek bir dönem için ibadete açılmıştır. Namazgah Nedir? Açık havada namaz kılmak amacıyla yapılmış ibadet yeri. Namazgahlar şehirlerde ve yakın çevredeki mesire yerlerinde daha çok yaz mevsiminde hizmet vermek amacıyla kurulurdu. Buralarda cuma ve bayram namazlarıyla ramazanda teravih namazları kılınırdı. Şehir namazgahlar ise yolculuk sırasında ibadet ve dinlenme ihtiyacını gidermek amacıyla menzil yerlerinde inşa edilirdi. Namazgahlarda abdest almak için bir çeşme ya da kuyu, kıble yönünü gösteren ve aynı zamanda namaz kılanla önünden geçen arasında bir tür perde vazifesi gören mihrap taşı ve ibadet edenlerin rahatını sağlamak için gölge veren çınar ya da çitlenbik gibi ağaçlar bulunurdu. Zemini çimen veya toprak olabileceği gibi taş döşeli olanları da vardı. Bazı namazgahların mihrap taşının diğer yüzü çeşme şeklinde düzenlenmiştir.
Anadoluhisarı Namazgah
Toplarönd Sok.
Anadoluhisarı Namazgahı Beykoz Belediyesi sınırları içinde bulunan Anadoluhisarı’ndaki namazgâh, Sultan Yıldırım Beyazıt’ın İstanbul’un fethi için 1396’da yaptırdığı Anadoluhisarı Kalesi bitişiğinde yer alıyor. Fatih Sultan Mehmet tarafından fetih hazırlıkları kapsamında güçlendirilip genişletilen kalede topların bulunduğu kısım yükseltilirken askerlerin ibadet edebilmesi için bir de namazgâh yaptırıldı. 3 Aylar ve yaz döneminde Beykoz Belediyesi tarafından düzenlenerek bir dönem için ibadete açılmıştır. Namazgah Nedir? Açık havada namaz kılmak amacıyla yapılmış ibadet yeri. Namazgahlar şehirlerde ve yakın çevredeki mesire yerlerinde daha çok yaz mevsiminde hizmet vermek amacıyla kurulurdu. Buralarda cuma ve bayram namazlarıyla ramazanda teravih namazları kılınırdı. Şehir namazgahlar ise yolculuk sırasında ibadet ve dinlenme ihtiyacını gidermek amacıyla menzil yerlerinde inşa edilirdi. Namazgahlarda abdest almak için bir çeşme ya da kuyu, kıble yönünü gösteren ve aynı zamanda namaz kılanla önünden geçen arasında bir tür perde vazifesi gören mihrap taşı ve ibadet edenlerin rahatını sağlamak için gölge veren çınar ya da çitlenbik gibi ağaçlar bulunurdu. Zemini çimen veya toprak olabileceği gibi taş döşeli olanları da vardı. Bazı namazgahların mihrap taşının diğer yüzü çeşme şeklinde düzenlenmiştir.
İshak Ağa Çeşmesi (Onçeşmeler) İstanbul'un kaynak su havzasının yer aldığı Beykoz'un en önemli çeşmesi olan İshak Ağa Çeşmesi, Türk çeşme mimarisinin de şaheserlerinden biri olarak kabul ediliyor. 500 yıllık tarihi Mimar Sinan'a dayandırılan çeşme günümüz mimarisine Gümrük Emini İshak Ağa tarafından H. 1159 (M. 1746) yılında yapılan restorasyon çalışmasıyla ulaşmıştır. Yüzyıllar içinde birkaç defa büyük restorasyon geçirmiştir. İshak Ağa Çeşmesi'nin (Onçeşmeler) özellikleri... İshak Ağa Çeşmesi, 3 sıra halinde 8 mermer sütunla, sivri kemerlerin taşıdığı geniş saçaklı bir çatı altında, 6 metre eninde, 8 metre boyunda ve 4 metre yüksekliğinde inşa edilmiştir. Çeşmenin ön kısmı yol seviyesinden aşağıda olduğundan mermer zemine yine mermer basamaklarla iniliyor. Onçeşmelerin tunçtan yapılmış on lülesinden 500 yıldan beri gece-gündüz kesintisiz su akmaktadır. Bu lülelerden ortadaki ikisi büyük, iki yandaki dörder lüleler ise küçüktür. Ünlü Türk Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice, İshak Ağa Çeşmesi'ni "Dünyanın sayılı mimari eserlerinden biri" olarak tanımlıyor. Onçeşmeler ile ilgili Türk edebiyatında şiirler yazılmış ve çeşme meşhur ressamlarımız tarafından resmedilmiştir. Ünlü ressamlarımızdan İbrahim Çallı'nın "İshak Ağa Çeşmesi" tablosu önemli eserlerinden biridir. İshak Ağa Çeşmesi ile ilgili en meşhur şiir ünlü şair Faruk Nafiz Çamlıbel'e aittir. Faruk Nafiz Onçeşmeler'i şöyle anlatır; İshak Ağa Çeşmesi Nasıl her gün yayarsa davarını bir çoban, Sürükler düşüncemi sükundan tevekküle Sekiz mermer direğe dayanmış bir şadırvan, Bilek kalınlığında su akıtan on lüle... Uzanır ezan vakti musluğa doğru yüzler, içinde bir mum yanan kağıt fenerden sarı; Ve her gelen sükuta ayrı bir sükut ekler, Ve çağlar her tarafta Akif'in mısraları... Bu yerde meyvalaşır uzletin baygın tadı, Ve bir tas şarap olur bir yudum su bu yerde. Kurnada ak köpükler bir güvercin kanadı, Kumrunun dem çekişi, dönen sesler kemerde... Gönlüm yaşar içinde sonu yok bir masalın, Derim, mutlak bir pınar perisidir gördüğüm: Çıplak ayaklarında tahtadan birer nalın, Kollarında boyundan daha yüksek bir güğüm... On lüleden fışkırıp mermeri oyan sular, Asırlarca Kerem'in Aslı'yle dertleşmesi. Mermer bir kalp önünde su kesilmis duygular. Bir gönül destanıdır İshak Ağa Çesmesi!... https://www.youtube.com/watch?v=m2hWHYizwCI
İshak Ağa Çeşmesi ( On Çeşmeler )
3 Mehmet Yavuz Caddesi
İshak Ağa Çeşmesi (Onçeşmeler) İstanbul'un kaynak su havzasının yer aldığı Beykoz'un en önemli çeşmesi olan İshak Ağa Çeşmesi, Türk çeşme mimarisinin de şaheserlerinden biri olarak kabul ediliyor. 500 yıllık tarihi Mimar Sinan'a dayandırılan çeşme günümüz mimarisine Gümrük Emini İshak Ağa tarafından H. 1159 (M. 1746) yılında yapılan restorasyon çalışmasıyla ulaşmıştır. Yüzyıllar içinde birkaç defa büyük restorasyon geçirmiştir. İshak Ağa Çeşmesi'nin (Onçeşmeler) özellikleri... İshak Ağa Çeşmesi, 3 sıra halinde 8 mermer sütunla, sivri kemerlerin taşıdığı geniş saçaklı bir çatı altında, 6 metre eninde, 8 metre boyunda ve 4 metre yüksekliğinde inşa edilmiştir. Çeşmenin ön kısmı yol seviyesinden aşağıda olduğundan mermer zemine yine mermer basamaklarla iniliyor. Onçeşmelerin tunçtan yapılmış on lülesinden 500 yıldan beri gece-gündüz kesintisiz su akmaktadır. Bu lülelerden ortadaki ikisi büyük, iki yandaki dörder lüleler ise küçüktür. Ünlü Türk Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice, İshak Ağa Çeşmesi'ni "Dünyanın sayılı mimari eserlerinden biri" olarak tanımlıyor. Onçeşmeler ile ilgili Türk edebiyatında şiirler yazılmış ve çeşme meşhur ressamlarımız tarafından resmedilmiştir. Ünlü ressamlarımızdan İbrahim Çallı'nın "İshak Ağa Çeşmesi" tablosu önemli eserlerinden biridir. İshak Ağa Çeşmesi ile ilgili en meşhur şiir ünlü şair Faruk Nafiz Çamlıbel'e aittir. Faruk Nafiz Onçeşmeler'i şöyle anlatır; İshak Ağa Çeşmesi Nasıl her gün yayarsa davarını bir çoban, Sürükler düşüncemi sükundan tevekküle Sekiz mermer direğe dayanmış bir şadırvan, Bilek kalınlığında su akıtan on lüle... Uzanır ezan vakti musluğa doğru yüzler, içinde bir mum yanan kağıt fenerden sarı; Ve her gelen sükuta ayrı bir sükut ekler, Ve çağlar her tarafta Akif'in mısraları... Bu yerde meyvalaşır uzletin baygın tadı, Ve bir tas şarap olur bir yudum su bu yerde. Kurnada ak köpükler bir güvercin kanadı, Kumrunun dem çekişi, dönen sesler kemerde... Gönlüm yaşar içinde sonu yok bir masalın, Derim, mutlak bir pınar perisidir gördüğüm: Çıplak ayaklarında tahtadan birer nalın, Kollarında boyundan daha yüksek bir güğüm... On lüleden fışkırıp mermeri oyan sular, Asırlarca Kerem'in Aslı'yle dertleşmesi. Mermer bir kalp önünde su kesilmis duygular. Bir gönül destanıdır İshak Ağa Çesmesi!... https://www.youtube.com/watch?v=m2hWHYizwCI
Hıdiv Kasrı, İstanbul’un Beykoz ilçesindeki Çubuklu sırtlarına 1907 yılında Mısır’ın son hıdivi Abbas Hilmi Paşa tarafından İtalyan mimar Delfo Seminati’ye yaptırılmıştır. Dönemin mimari modasına uygun olarak art nouveau tarzındadır. Hıdivlik makamı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Mısır valilerine verdiği ünvandır. Osmanlı’nın Mısır valilerinden olan genç yaştaki “Hıdiv Abbas Hilmi Paşa”‘nın,19. yüzyılın sonlarında, Mısır’daki İngiliz nüfuzunu kırabilmek ve Osmanlı Devleti’nden destek sağlayabilmek için uzun süreli İstanbul’da kalması gerekti. Bunun üzerine, 1903 yılında günümüzde kasrın bulunduğu yerde bulunan iki ahşap yalı satın aldı. Abbas Hilmi Paşa bir süre sonra yalılarının arkasındaki ağaçlık yamaçları ve üst düzlüğü kapsayan 270 dönümlük bahçeyi de aldı. Ahşap yalıları yıktıran Abbas Hilmi Paşa, 1907 yılında, 1000 m2 alan üzerine, İtalyan Mimar Delfo Seminati’ye, o devrin mimari modasına uygun olarak Art Nouveau tarzında görkemli bir kasır ve üzerine İstanbul Boğazı’nı gören kule inşa ettirdi. Ünü Avrupa'ya kadar giden harika bir boğaz manzarasınada sahip.1000 m² alan üzerine yaptırılan Boğaz tepelerinden iki kıtayı birleştiren binanın kuleside İstanbul'un zamanında buharla çalışan ilk asansörlerinden birine sahip. Mısır’ı işgal eden İngilizler, ülkeye krallık sistemini getirerek, Abbas Hilmi Paşa’nın Hidivlik unvanını elinden aldı. Abbas Hilmi Paşa, tahttan düşürülmesi üzerine İsviçre’ye yerleşerek (ya da sürgüne gönderilerek) burada yaşamını sürdürdü. Paşa’nın ailesi ise Hidiv Kasrı’nda 1937 yılına kadar kaldı. Aynı yıl, İstanbul Belediyesine Hidiv Kasrı’nın satışı gerçekleştirildi. https://www.youtube.com/watch?v=-32IzaWjhL8 Uzun süre bakımsız kalan kasır, 1984 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu adına Çelik Gülersoy tarafından restore ettirildi ve bir süre otel olarak hizmet verdi. 1994-1996 yılları arasında yeniden restore edilen Hidiv Kasrı’nın işletmeciliği, 1996 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kuruluşu olan Beltur’a geçti. Şu anda lokanta ve sosyal tesis olarak kullanılmaktadır. Kasrın bir yüzündeki İstanbul ‘un en büyük gül bahçelerinden olan dış mekanı ve tarihi iç mekanında ayrıca düğün gibi organizasyonlar da düzenlenmektedir. Arkasındaki koruluk ve dik yürüyüş yolu ise spor ve yürüyüş yapanlarca değerlendirilir. Muhakkak gezilip görülmesi gereken İstanbulun sayılı güzelliklerinden biridir Hidiv Kasrı. Kasrın mimari olarak, Osmanlı mimarisinin dışında, batılı tarzı (art nouveau) vardır. Ana girişin ortasında mermerden ihtişamlı ve anıtsal bir çeşme vardır. Tavanı çatıya varıncaya kadar yükselir ve vitrayla kaplıdır. İçinde çeşitli yerlerinde zarif çeşme ve havuzlar vardır. Bina plan olarak, salonlar arasındaki bağlantılar aracılığıyla havuzun etrafında bir daire çizmektedir. Bu daire sadece giriş holü tarafından kesilmektedir.Üst katta ise özel odalar bulunmaktadır.
19 helybéli ajánlásával
Hidiv Kasri
1 Hidiv Kasrı Cd.
19 helybéli ajánlásával
Hıdiv Kasrı, İstanbul’un Beykoz ilçesindeki Çubuklu sırtlarına 1907 yılında Mısır’ın son hıdivi Abbas Hilmi Paşa tarafından İtalyan mimar Delfo Seminati’ye yaptırılmıştır. Dönemin mimari modasına uygun olarak art nouveau tarzındadır. Hıdivlik makamı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Mısır valilerine verdiği ünvandır. Osmanlı’nın Mısır valilerinden olan genç yaştaki “Hıdiv Abbas Hilmi Paşa”‘nın,19. yüzyılın sonlarında, Mısır’daki İngiliz nüfuzunu kırabilmek ve Osmanlı Devleti’nden destek sağlayabilmek için uzun süreli İstanbul’da kalması gerekti. Bunun üzerine, 1903 yılında günümüzde kasrın bulunduğu yerde bulunan iki ahşap yalı satın aldı. Abbas Hilmi Paşa bir süre sonra yalılarının arkasındaki ağaçlık yamaçları ve üst düzlüğü kapsayan 270 dönümlük bahçeyi de aldı. Ahşap yalıları yıktıran Abbas Hilmi Paşa, 1907 yılında, 1000 m2 alan üzerine, İtalyan Mimar Delfo Seminati’ye, o devrin mimari modasına uygun olarak Art Nouveau tarzında görkemli bir kasır ve üzerine İstanbul Boğazı’nı gören kule inşa ettirdi. Ünü Avrupa'ya kadar giden harika bir boğaz manzarasınada sahip.1000 m² alan üzerine yaptırılan Boğaz tepelerinden iki kıtayı birleştiren binanın kuleside İstanbul'un zamanında buharla çalışan ilk asansörlerinden birine sahip. Mısır’ı işgal eden İngilizler, ülkeye krallık sistemini getirerek, Abbas Hilmi Paşa’nın Hidivlik unvanını elinden aldı. Abbas Hilmi Paşa, tahttan düşürülmesi üzerine İsviçre’ye yerleşerek (ya da sürgüne gönderilerek) burada yaşamını sürdürdü. Paşa’nın ailesi ise Hidiv Kasrı’nda 1937 yılına kadar kaldı. Aynı yıl, İstanbul Belediyesine Hidiv Kasrı’nın satışı gerçekleştirildi. https://www.youtube.com/watch?v=-32IzaWjhL8 Uzun süre bakımsız kalan kasır, 1984 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu adına Çelik Gülersoy tarafından restore ettirildi ve bir süre otel olarak hizmet verdi. 1994-1996 yılları arasında yeniden restore edilen Hidiv Kasrı’nın işletmeciliği, 1996 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kuruluşu olan Beltur’a geçti. Şu anda lokanta ve sosyal tesis olarak kullanılmaktadır. Kasrın bir yüzündeki İstanbul ‘un en büyük gül bahçelerinden olan dış mekanı ve tarihi iç mekanında ayrıca düğün gibi organizasyonlar da düzenlenmektedir. Arkasındaki koruluk ve dik yürüyüş yolu ise spor ve yürüyüş yapanlarca değerlendirilir. Muhakkak gezilip görülmesi gereken İstanbulun sayılı güzelliklerinden biridir Hidiv Kasrı. Kasrın mimari olarak, Osmanlı mimarisinin dışında, batılı tarzı (art nouveau) vardır. Ana girişin ortasında mermerden ihtişamlı ve anıtsal bir çeşme vardır. Tavanı çatıya varıncaya kadar yükselir ve vitrayla kaplıdır. İçinde çeşitli yerlerinde zarif çeşme ve havuzlar vardır. Bina plan olarak, salonlar arasındaki bağlantılar aracılığıyla havuzun etrafında bir daire çizmektedir. Bu daire sadece giriş holü tarafından kesilmektedir.Üst katta ise özel odalar bulunmaktadır.
Anadolu yakasında, Anadolu Hisarı’nın güneyinde Göksü ve Küçüksu derelerinin arasında deniz kıyısında yapılmıştır. Bu Kasır'ın bulunduğu mesire alanına ara sıra giden Sultan I.Mahmud (1730-1754)'un uzun süre burada kalabilmesi için Divitdar Emin Mehmed Paşa, deniz kıyısına iki katlı ahşap bir saray yaptırmış, bu yapı Sultan III. Selim (1789-1807) ve Sultan II. Mahmud (1808-1839) dönemlerinde de onarılarak kullanılmıştır. Sultan Abdülmecid (1839-1861) dönemi, özellikle saray ve kasır mimarlığında Batılı biçimlerin tercih edildiği yıllardır. Sultan Abdülmecid, Dolmabahçe ve Ihlamur yapılarında olduğu gibi Küçüksu Kasrı’nın bulunduğu alanda da eski ve ahşap yapıyı yıktırarak, yerine bugünkü kasrı yaptırmıştır. 1857 yılında yapımı tamamlanan kasrın Sultan Abdülaziz (1861-1876) döneminde cephe süslemeleri elden geçirilerek zenginleştirilmiştir. Kabartmalarla süslü ve hareketli deniz cephesinde, bu cepheye yaslanmış şadırvanlı küçük havuzunda ve merdivenlerinde Batılı süsleme motifleri kullanılmıştır. Oda ve salonlar değerli sanat eserleriyle döşenmiş, Avrupa’dan sipariş edilen mobilyalara yer verilmiştir. Alçı kabartma ve kalemişi süslemeli tavanları, bir şömine müzesini andıran birbirinden farklı renk ve biçimde İtalyan mermerleriyle yapılmış şömineleri, her bir odada ayrı süslemeli ve ince işçilikli parkeleri mevcuttur.
9 helybéli ajánlásával
Küçüksu Kasrı
9 helybéli ajánlásával
Anadolu yakasında, Anadolu Hisarı’nın güneyinde Göksü ve Küçüksu derelerinin arasında deniz kıyısında yapılmıştır. Bu Kasır'ın bulunduğu mesire alanına ara sıra giden Sultan I.Mahmud (1730-1754)'un uzun süre burada kalabilmesi için Divitdar Emin Mehmed Paşa, deniz kıyısına iki katlı ahşap bir saray yaptırmış, bu yapı Sultan III. Selim (1789-1807) ve Sultan II. Mahmud (1808-1839) dönemlerinde de onarılarak kullanılmıştır. Sultan Abdülmecid (1839-1861) dönemi, özellikle saray ve kasır mimarlığında Batılı biçimlerin tercih edildiği yıllardır. Sultan Abdülmecid, Dolmabahçe ve Ihlamur yapılarında olduğu gibi Küçüksu Kasrı’nın bulunduğu alanda da eski ve ahşap yapıyı yıktırarak, yerine bugünkü kasrı yaptırmıştır. 1857 yılında yapımı tamamlanan kasrın Sultan Abdülaziz (1861-1876) döneminde cephe süslemeleri elden geçirilerek zenginleştirilmiştir. Kabartmalarla süslü ve hareketli deniz cephesinde, bu cepheye yaslanmış şadırvanlı küçük havuzunda ve merdivenlerinde Batılı süsleme motifleri kullanılmıştır. Oda ve salonlar değerli sanat eserleriyle döşenmiş, Avrupa’dan sipariş edilen mobilyalara yer verilmiştir. Alçı kabartma ve kalemişi süslemeli tavanları, bir şömine müzesini andıran birbirinden farklı renk ve biçimde İtalyan mermerleriyle yapılmış şömineleri, her bir odada ayrı süslemeli ve ince işçilikli parkeleri mevcuttur.
Mihrişah Valide Sultan Camii ve Küçüksu Mihrişah Sultan Çeşmesi Küçüksu Mihrişah Sultan Çeşmesi ya da Küçüksu Kasrı Çeşmesi, Küçüksu’da, Küçüksu Caddesi üzerinde yer alır. Küçüksu Kasrı içinde yer alan çeşme, 1806’da Sultan III. Selim Han tarafından annesi Mihrişah Sultan adına yaptırılmıştır. Mimarı bilinmeyen çeşme, Göksu ve Küçüksu dereleri arasındaki ünlü mesirede yer alması dolayısıyla, İstanbul literatüründe özel bir yere sahiptir. Eski Boğaziçi resimlerinde en fazla tasvir edilen yapılardan biridir; Küçüksu Çeşmesi. Yapı, günümüze özgün olarak gelebilmeyi başarmış ender eserlerdendir. Sultan III.Selim 1792’de henüz ahşap bir yapı olan Küçüksu Kasrı’nı tamir ettirmiş, kasrın arkasında ve yanında bulunan ağaçlık mesire yerini de düzenletmiş ve 1806 yılında, çok sevdiği annesi için buraya bir çeşme yaptırmıştır. Küçüksu Mihrişah Sultan Çeşmesi, barok ve ampir üslupları arasındaki geçiş dönemini yansıtmaktadır. Kareye yakın dikdörtgen planlı(3.20 x 3.90 ), dört yüzlü bir meydan çeşmesidir. Deniz kenarında inşa edilen çeşme, üç basamaklı bir platform üzerinde dikdörtgen kaidelidir. Bugün görünen platform özgün değildir. Çeşmenin köşeleri, başlıklı ve tabanlı gömme sütunlarla vurgulanmıştır. Dört tarafında bulunan küçük kuleciklerle desteklenen kubbesi, geniş saçaklarla çevrelenmiş ve bu geniş taş saçaklar dışarıya doğru yükseltilmiştir. Saçak, muhteşem ampir bezemelerle donatılmıştır. Karşılıklı iki yüzde dışa taşırılmış yalaklar, akant yapraklarıyla süslü, S biçimli birer barok konsol tarafından desteklenmektedir. Yuvarlak kemerli, az derin nişli musluk tablasında, kilit taşında akant ve deniz kabuğu motifleri görülür. Niş dışında kalan cephe yüzeyleri, alçak kabartma tekniğinde soyut dal ve çiçek motifleriyle tezyin edilmiştir. Çeşmenin geniş yüzündeki tuğralar, III.Selim’e aittir. Dört tarafa konulan ve toplam otuz iki satır olan kitabeler, Hafif Mehmet Paşa tarafından yazılmıştır. Çayıra bakan son mısrada, çeşmenin inşaat tarihi olan 1806/H.1221 tarihi yer alır.
Mihrişah Valide Sultan Camii
12 Küçüksu Cd.
Mihrişah Valide Sultan Camii ve Küçüksu Mihrişah Sultan Çeşmesi Küçüksu Mihrişah Sultan Çeşmesi ya da Küçüksu Kasrı Çeşmesi, Küçüksu’da, Küçüksu Caddesi üzerinde yer alır. Küçüksu Kasrı içinde yer alan çeşme, 1806’da Sultan III. Selim Han tarafından annesi Mihrişah Sultan adına yaptırılmıştır. Mimarı bilinmeyen çeşme, Göksu ve Küçüksu dereleri arasındaki ünlü mesirede yer alması dolayısıyla, İstanbul literatüründe özel bir yere sahiptir. Eski Boğaziçi resimlerinde en fazla tasvir edilen yapılardan biridir; Küçüksu Çeşmesi. Yapı, günümüze özgün olarak gelebilmeyi başarmış ender eserlerdendir. Sultan III.Selim 1792’de henüz ahşap bir yapı olan Küçüksu Kasrı’nı tamir ettirmiş, kasrın arkasında ve yanında bulunan ağaçlık mesire yerini de düzenletmiş ve 1806 yılında, çok sevdiği annesi için buraya bir çeşme yaptırmıştır. Küçüksu Mihrişah Sultan Çeşmesi, barok ve ampir üslupları arasındaki geçiş dönemini yansıtmaktadır. Kareye yakın dikdörtgen planlı(3.20 x 3.90 ), dört yüzlü bir meydan çeşmesidir. Deniz kenarında inşa edilen çeşme, üç basamaklı bir platform üzerinde dikdörtgen kaidelidir. Bugün görünen platform özgün değildir. Çeşmenin köşeleri, başlıklı ve tabanlı gömme sütunlarla vurgulanmıştır. Dört tarafında bulunan küçük kuleciklerle desteklenen kubbesi, geniş saçaklarla çevrelenmiş ve bu geniş taş saçaklar dışarıya doğru yükseltilmiştir. Saçak, muhteşem ampir bezemelerle donatılmıştır. Karşılıklı iki yüzde dışa taşırılmış yalaklar, akant yapraklarıyla süslü, S biçimli birer barok konsol tarafından desteklenmektedir. Yuvarlak kemerli, az derin nişli musluk tablasında, kilit taşında akant ve deniz kabuğu motifleri görülür. Niş dışında kalan cephe yüzeyleri, alçak kabartma tekniğinde soyut dal ve çiçek motifleriyle tezyin edilmiştir. Çeşmenin geniş yüzündeki tuğralar, III.Selim’e aittir. Dört tarafa konulan ve toplam otuz iki satır olan kitabeler, Hafif Mehmet Paşa tarafından yazılmıştır. Çayıra bakan son mısrada, çeşmenin inşaat tarihi olan 1806/H.1221 tarihi yer alır.
Anadolu yakasında bulunan ve Boğaz’ın Karadeniz girişinin doğu tarafında bulunan kale, Rumeli Kavağı üzerinde bulunan İmros Kalesiyle birlikte boğazın girişini kontrol etmek amacıyla kurulmuştur. Anadolukavağı Kalesi veya Ceneviz Kalesi olarak da bilinen bu kalenin adı, "kutsal yer" anlamına gelen Hieron'dan geliyor görüşü oldukça yaygın.Yoros adının doğrudan doğruya "dağ" anlamındaki "oros"tan gelmiş olması da düşünülebilir, belki de bu görüş daha doğrudur. Yoros Kalesi'nin bir Ceneviz yapısı olduğuna inanılır. Oysa değildir. Kulelerinden birinde görülen tuğladan harflerle yazılmış Grekçe kitabe, buranın Bizans inşaatı olduğunu gösterir. 14. yüzyılın başlarında, 1305'te kale, Şile Kalesi ile birlikte Türklerin eline geçmiş, ancak fazla bir süre elde tutulamamıştır. 1348'den itibaren de, Karadeniz ticaret yolu hakimiyetine sahip bulunan Cenevizliler buraya hâkim olurlar. Fakat 14. yüzyılın sonlarında, Boğaziçi'nin Anadolu yakasına tamamen hâkim olan Osmanlılar tarafından tekrar fethedilmiştir. Yoros'un tarih içinde sıkça el değiştirdiği anlaşılıyor. Ceneviz idaresinde kaldığına dair belgelerden biri de L. Sauli'nin 1831 tarihli, Ceneviz idaresine dair kitabında yer alan ve Prof.Multedo adında bir kişi tarafından kalenin kapısı üstünden kopya edilen Latince bir kitabe. Tarih kısmı okunamayan bu kitabede "Cenevizli VincenzoLercari'nin kutsal burun üzerindeki kaleyi tamir ettirdiği" bildiriliyor. Yıldırım Bayezid'in, 1391'de karayoluyla Kocaeli'nden büyükçe bir kuvvetle gelerek Yoros'a çıktığını, buradan da Yahşi Bey'i göndererek Şile Hisarı'nı teslim aldığını Âşıkpaşazâde yazıyor.Bayezid bundan sonra Yoros Kalesi'ni bir üs gibi kullanır. Ardından, Güzelcehisar da denilen Anadolu Hisarı'nı yaptırır. Bu, Konstantinopolis'i fethetme yolundaki hazırlıkların en önemli ayaklarından sayılır. Kalenin yakınlarındaki ormanlık bölgede, içinde buranın zaptı sırasında şehit düşenlerin mezarları olan bir şehitlik vardır. https://www.youtube.com/watch?v=QYyNsPIZZ1o
21 helybéli ajánlásával
Yoros Castle
No:3 Fener Yolu
21 helybéli ajánlásával
Anadolu yakasında bulunan ve Boğaz’ın Karadeniz girişinin doğu tarafında bulunan kale, Rumeli Kavağı üzerinde bulunan İmros Kalesiyle birlikte boğazın girişini kontrol etmek amacıyla kurulmuştur. Anadolukavağı Kalesi veya Ceneviz Kalesi olarak da bilinen bu kalenin adı, "kutsal yer" anlamına gelen Hieron'dan geliyor görüşü oldukça yaygın.Yoros adının doğrudan doğruya "dağ" anlamındaki "oros"tan gelmiş olması da düşünülebilir, belki de bu görüş daha doğrudur. Yoros Kalesi'nin bir Ceneviz yapısı olduğuna inanılır. Oysa değildir. Kulelerinden birinde görülen tuğladan harflerle yazılmış Grekçe kitabe, buranın Bizans inşaatı olduğunu gösterir. 14. yüzyılın başlarında, 1305'te kale, Şile Kalesi ile birlikte Türklerin eline geçmiş, ancak fazla bir süre elde tutulamamıştır. 1348'den itibaren de, Karadeniz ticaret yolu hakimiyetine sahip bulunan Cenevizliler buraya hâkim olurlar. Fakat 14. yüzyılın sonlarında, Boğaziçi'nin Anadolu yakasına tamamen hâkim olan Osmanlılar tarafından tekrar fethedilmiştir. Yoros'un tarih içinde sıkça el değiştirdiği anlaşılıyor. Ceneviz idaresinde kaldığına dair belgelerden biri de L. Sauli'nin 1831 tarihli, Ceneviz idaresine dair kitabında yer alan ve Prof.Multedo adında bir kişi tarafından kalenin kapısı üstünden kopya edilen Latince bir kitabe. Tarih kısmı okunamayan bu kitabede "Cenevizli VincenzoLercari'nin kutsal burun üzerindeki kaleyi tamir ettirdiği" bildiriliyor. Yıldırım Bayezid'in, 1391'de karayoluyla Kocaeli'nden büyükçe bir kuvvetle gelerek Yoros'a çıktığını, buradan da Yahşi Bey'i göndererek Şile Hisarı'nı teslim aldığını Âşıkpaşazâde yazıyor.Bayezid bundan sonra Yoros Kalesi'ni bir üs gibi kullanır. Ardından, Güzelcehisar da denilen Anadolu Hisarı'nı yaptırır. Bu, Konstantinopolis'i fethetme yolundaki hazırlıkların en önemli ayaklarından sayılır. Kalenin yakınlarındaki ormanlık bölgede, içinde buranın zaptı sırasında şehit düşenlerin mezarları olan bir şehitlik vardır. https://www.youtube.com/watch?v=QYyNsPIZZ1o
İstanbul Boğazı ile Göksu (Aretas) Deresi’nin Boğaz’a karıştığı yedi dönümlük, denize doğru uzanan alanda bulunan bu kale çevreye ismini vermiştir. Anadoluhisarı, ileri bir karakol olarak Yıldırım Beyazıt tarafından 1395 yılında yaptırılmıştır. Kalenin bulunduğu alanda yapılan araştırmalarda daha eskiye yönelik kalıntılara rastlanmamıştır. Yıldırım Beyazıt’ın bu kaleyi yaptırmasındaki amaç Boğaz geçişlerini kontrol altına almak ve Göksu Vadisi’ne girişi de önlemek idi. Nişancı Mehmet Paşa tarihinde Güzelcehisar olarak ismi geçen bu kaleye Gözlücehisar ismi de yakıştırılmıştır. Nişancı Mehmet Paşa tarihinde kalenin yapım tarihi 1394–1395 olarak belirtilmiştir. Fatih Sultan Mehmet dönemi tarihçilerinden Tursun Bey buradan Yenihisar veya Yenicehisar olarak söz etmiştir. Hoca Sadettin Efendi de buraya Akçahisar olarak değinmiştir. Aşıkpaşazâde tarihinde bu kalenin yapılışı ile ilgili bilgiler bulunmaktadır: “Yıldırım Beyazıt, Kocaeli’nden geçerek, İstanbul’a doğru geldi (1390–91) ve Şile Kalesini alan Yahşi Bey’i gönderdi. Sultan Boğazkesen üzerinde Güzelce Hisar adlı bir şato yaptırdı.” Yıldırım Beyazıt ile Timur arasında 1402’de yapılan Ankara Savaşı’ndan sonra kale Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Bu dönemde Osmanlı Beyliği dağılma aşamasına geldiğinden Süleyman Çelebi Bizans’ın desteğini sağlamak amacı ile İstanbul’a yakın olan Kartal, Pendik gibi yerler Bizans’a geri verilmiş, ancak kalenin bu dönemdeki durumu bilinmemektedir. Bazı kaynaklarda Süleyman Çelebi’nin bir süre burada kaldığı da belirtilmektedir. Fatih Sultan Mehmet Rumelihisarı’nı yaptırırken Anadoluhisarı’nın çevresini de bir Hisarpeçe ile çevirmiştir. Bu duvarın arkasına yerleştirilen toplar ile de Boğaz’dan geçen gemilere gerektiğinde ateş açılması sağlanmıştır. İstanbul’un fethinden sonra bu kalenin işlevi bitmiş ve bir süre suçlu Yeniçeriler için hapishane olarak kullanılmıştır. XVII.-XVIII. yüzyıllarda bir süre Boğaz’a yönelik kazak akınlarının önlenmesinde kullanılmış, daha sonra Boğaz girişindeki kale ve istihkâmların yapılması ile de önemini yitirmiştir. XVI. yüzyılda hisar ve çevresinde görevli askerlerin ve ailelerin yerleşmesi ile burası küçük bir mahalle konumuna gelmiştir. Fatih Sultan Mehmet döneminde hisarın önüne küçük bir mescit yapılmış ve burası Anadoluhisarı Mescidi Mahallesi ismi ile eski kayıtlara geçmiştir. Anadoluhisarı Osmanlı mimarisinde kale mimarisine göre yapılmıştır. İlk yapımında kare planlı bir kule ve bunu çevreleyen duvarlardan meydana gelmiştir. O dönemde kalenin bulunduğu yer kayalık bir burun olduğundan denizin sur duvarlarına kadar geldiği sanılmaktadır. Göksu Deresi’nin getirdiği alüvyonlar daha sonra arazi konumunu değiştirmiş, kalenin duvarlarının çevresi dolmuş ve kale iç kısımda kalmıştır. Anadoluhisarı Nişangahı 1811 yılında Sultan II.Mahmud'un (1808-1839) adına dikilmiştir. Beykoz Belediyesi tarafından yenileme bakımı ve çevre düzenlenmesi yapılmıştır. "Bir çok padişah da kemankeşti. Padişah kemankeşlerin en başarılılarından biri olan II. Mahmud'un bazı rekor atışları şöyledir: 1225 gez (808,5 m), 1228 gez (810,48m) ve 1219 gez (804,54 m). Bu inanılmaz mesafelerin, padişaha iltimas gösterildiği düşüncesi yaratmaması için şunu söylemeliyiz: II.Mahmud bu konuda o kadar hassastı ki, oku düşürdüğü mesafeyi padişaha yaranmak amacıyla tahrif etmeye kalkan iki havacıyı (okların düşüşüne bakan görevliler) işten attığı bilinmektedir." Kırılan rekorların anısına, her biri birer belge ve sanat eseri niteliğinde olan hâtıra taşları dikilmiştir.Bu taşlara menzil taşı denirdi. Menzil taşlarının hemen hepsinde okçunun adı, erişilen mesafe ve rekor atışın yapıldığı tarihin yazılı olduğu manzum bir metin olurdu. Tarih özel bir yöntemle, “ebced” kullanılarak kaydedilirdi. Bu nedenle bu metinler Türk hat sanatı ve edebiyatının da eşsiz örnekleriydi. İstanbul genelinde 300'den fazla menzil taşı olduğu söylenir. Ancak bunlardan pek azı günümüze gelebilmiştir.
21 helybéli ajánlásával
Anatóliai erőd
21 helybéli ajánlásával
İstanbul Boğazı ile Göksu (Aretas) Deresi’nin Boğaz’a karıştığı yedi dönümlük, denize doğru uzanan alanda bulunan bu kale çevreye ismini vermiştir. Anadoluhisarı, ileri bir karakol olarak Yıldırım Beyazıt tarafından 1395 yılında yaptırılmıştır. Kalenin bulunduğu alanda yapılan araştırmalarda daha eskiye yönelik kalıntılara rastlanmamıştır. Yıldırım Beyazıt’ın bu kaleyi yaptırmasındaki amaç Boğaz geçişlerini kontrol altına almak ve Göksu Vadisi’ne girişi de önlemek idi. Nişancı Mehmet Paşa tarihinde Güzelcehisar olarak ismi geçen bu kaleye Gözlücehisar ismi de yakıştırılmıştır. Nişancı Mehmet Paşa tarihinde kalenin yapım tarihi 1394–1395 olarak belirtilmiştir. Fatih Sultan Mehmet dönemi tarihçilerinden Tursun Bey buradan Yenihisar veya Yenicehisar olarak söz etmiştir. Hoca Sadettin Efendi de buraya Akçahisar olarak değinmiştir. Aşıkpaşazâde tarihinde bu kalenin yapılışı ile ilgili bilgiler bulunmaktadır: “Yıldırım Beyazıt, Kocaeli’nden geçerek, İstanbul’a doğru geldi (1390–91) ve Şile Kalesini alan Yahşi Bey’i gönderdi. Sultan Boğazkesen üzerinde Güzelce Hisar adlı bir şato yaptırdı.” Yıldırım Beyazıt ile Timur arasında 1402’de yapılan Ankara Savaşı’ndan sonra kale Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Bu dönemde Osmanlı Beyliği dağılma aşamasına geldiğinden Süleyman Çelebi Bizans’ın desteğini sağlamak amacı ile İstanbul’a yakın olan Kartal, Pendik gibi yerler Bizans’a geri verilmiş, ancak kalenin bu dönemdeki durumu bilinmemektedir. Bazı kaynaklarda Süleyman Çelebi’nin bir süre burada kaldığı da belirtilmektedir. Fatih Sultan Mehmet Rumelihisarı’nı yaptırırken Anadoluhisarı’nın çevresini de bir Hisarpeçe ile çevirmiştir. Bu duvarın arkasına yerleştirilen toplar ile de Boğaz’dan geçen gemilere gerektiğinde ateş açılması sağlanmıştır. İstanbul’un fethinden sonra bu kalenin işlevi bitmiş ve bir süre suçlu Yeniçeriler için hapishane olarak kullanılmıştır. XVII.-XVIII. yüzyıllarda bir süre Boğaz’a yönelik kazak akınlarının önlenmesinde kullanılmış, daha sonra Boğaz girişindeki kale ve istihkâmların yapılması ile de önemini yitirmiştir. XVI. yüzyılda hisar ve çevresinde görevli askerlerin ve ailelerin yerleşmesi ile burası küçük bir mahalle konumuna gelmiştir. Fatih Sultan Mehmet döneminde hisarın önüne küçük bir mescit yapılmış ve burası Anadoluhisarı Mescidi Mahallesi ismi ile eski kayıtlara geçmiştir. Anadoluhisarı Osmanlı mimarisinde kale mimarisine göre yapılmıştır. İlk yapımında kare planlı bir kule ve bunu çevreleyen duvarlardan meydana gelmiştir. O dönemde kalenin bulunduğu yer kayalık bir burun olduğundan denizin sur duvarlarına kadar geldiği sanılmaktadır. Göksu Deresi’nin getirdiği alüvyonlar daha sonra arazi konumunu değiştirmiş, kalenin duvarlarının çevresi dolmuş ve kale iç kısımda kalmıştır. Anadoluhisarı Nişangahı 1811 yılında Sultan II.Mahmud'un (1808-1839) adına dikilmiştir. Beykoz Belediyesi tarafından yenileme bakımı ve çevre düzenlenmesi yapılmıştır. "Bir çok padişah da kemankeşti. Padişah kemankeşlerin en başarılılarından biri olan II. Mahmud'un bazı rekor atışları şöyledir: 1225 gez (808,5 m), 1228 gez (810,48m) ve 1219 gez (804,54 m). Bu inanılmaz mesafelerin, padişaha iltimas gösterildiği düşüncesi yaratmaması için şunu söylemeliyiz: II.Mahmud bu konuda o kadar hassastı ki, oku düşürdüğü mesafeyi padişaha yaranmak amacıyla tahrif etmeye kalkan iki havacıyı (okların düşüşüne bakan görevliler) işten attığı bilinmektedir." Kırılan rekorların anısına, her biri birer belge ve sanat eseri niteliğinde olan hâtıra taşları dikilmiştir.Bu taşlara menzil taşı denirdi. Menzil taşlarının hemen hepsinde okçunun adı, erişilen mesafe ve rekor atışın yapıldığı tarihin yazılı olduğu manzum bir metin olurdu. Tarih özel bir yöntemle, “ebced” kullanılarak kaydedilirdi. Bu nedenle bu metinler Türk hat sanatı ve edebiyatının da eşsiz örnekleriydi. İstanbul genelinde 300'den fazla menzil taşı olduğu söylenir. Ancak bunlardan pek azı günümüze gelebilmiştir.
Beykoz "Mecidiye" Kasrı Beykoz "Mecidiye" Kasrı, İstanbul'un Beykoz ilçesinde yer alan tarihi bir kasırdır. Yalıköy semtinde Hünkâr İskelesi olarak anılan alanın güneyinde yer alır. Denizden başlayarak teraslar halinde yükselen bir peyzajın tepe noktasında ağaçlar arasında yer alan kasır, Batılılaşma dönemi mimarlığının bir örneğidir. Kasrın yapımı 1845 yılında Mısır valisi Mehmet Ali Paşa tarafından başlatılmış; paşanın ölümü üzerine, 1854'te oğlu tarafından tamamlatılmış ve dönemin padişahı Sultan Abdülmecid'e (1839-61) armağan edilmiştir. İki katlı ve simetrik yapılı olan binada orta sofalı şema tercih edilmiştir. Yapının bahçesinde iç duvarları istiridye kabukları ile bezenmiş “dağ hamamı” olarak anılan küçük bir dinlenme köşkü mevcuttur. Osmanlı geleneğinde bulunan serdap köşklerinin 19. yüzyıldaki bir uygulaması olarak görülen köşk, sıcak yaz günlerinde serin bir ortam sunmaktadır. Kasır ilk yıllarında, sultan tarafından bir biniş kasrı olarak günlük konaklamalarda; sonraki dönemlerde yabancı devlet erkânı ve elçi kabulünde kullanılmıştır. Bir saltanat yapısı olmakla birlikte kentin dışında ve temiz havalı bir yerde bulunduğu için, daha Osmanlı döneminde kamu hizmetine tahsis edilmiş ve Dârü'l-eytâm(Yetimler Yurdu) haline getirilmiştir. Cumhuriyet yıllarından hastane ve prevantoryum olarak kullanılmış olan binanın içyapısı, bu dönemde değişikliklere uğramıştır. Beykoz Kasrı, 1997 yılında Millî Saraylar Daire Başkanlığı'na tahsis edilmiş ve 1999'da boş olarak teslim alınmıştır. Kasrın Sultan II. Abdülhamid (1876-1909) döneminde çekilmiş fotoğraflarında ise, binanın ağır altın varaklı mobilya takımları, Hereke kumaşlarından döşemelik ve perdeleri, Baccarat vazoları, büyük kristal avize ve şamdanlarıyla gayet zengin bir şekilde döşenmiş olduğu görülmektedir. Beykoz Kasrı 2005'te Millî Saraylar Daire Başkanlığı tarafından yüksek mimar İ. Umut Kukaracı'nın şantiye sorumluluğunda, tecrübeli sanatkârlarla, kapsamlı bir restorasyon çalışmasına alınmış ve 2011'de bu çalışma tamamlanmıştır. Setlerden oluşan 70 dönümlük bahçesinin set duvarlarında yapılan onarımlar sonrasında, boğaz’ın en güzel noktasında taraçalar üzerinde yükselen, ilçenin en estetik taş yapılarından olan Beykoz Mecidiye Kasrı TBMM Milli Saraylar tarafından bütünüyle restore işlemi tamamlandıktan sonra ziyarete açılmıştır.
21 helybéli ajánlásával
Beykoz
21 helybéli ajánlásával
Beykoz "Mecidiye" Kasrı Beykoz "Mecidiye" Kasrı, İstanbul'un Beykoz ilçesinde yer alan tarihi bir kasırdır. Yalıköy semtinde Hünkâr İskelesi olarak anılan alanın güneyinde yer alır. Denizden başlayarak teraslar halinde yükselen bir peyzajın tepe noktasında ağaçlar arasında yer alan kasır, Batılılaşma dönemi mimarlığının bir örneğidir. Kasrın yapımı 1845 yılında Mısır valisi Mehmet Ali Paşa tarafından başlatılmış; paşanın ölümü üzerine, 1854'te oğlu tarafından tamamlatılmış ve dönemin padişahı Sultan Abdülmecid'e (1839-61) armağan edilmiştir. İki katlı ve simetrik yapılı olan binada orta sofalı şema tercih edilmiştir. Yapının bahçesinde iç duvarları istiridye kabukları ile bezenmiş “dağ hamamı” olarak anılan küçük bir dinlenme köşkü mevcuttur. Osmanlı geleneğinde bulunan serdap köşklerinin 19. yüzyıldaki bir uygulaması olarak görülen köşk, sıcak yaz günlerinde serin bir ortam sunmaktadır. Kasır ilk yıllarında, sultan tarafından bir biniş kasrı olarak günlük konaklamalarda; sonraki dönemlerde yabancı devlet erkânı ve elçi kabulünde kullanılmıştır. Bir saltanat yapısı olmakla birlikte kentin dışında ve temiz havalı bir yerde bulunduğu için, daha Osmanlı döneminde kamu hizmetine tahsis edilmiş ve Dârü'l-eytâm(Yetimler Yurdu) haline getirilmiştir. Cumhuriyet yıllarından hastane ve prevantoryum olarak kullanılmış olan binanın içyapısı, bu dönemde değişikliklere uğramıştır. Beykoz Kasrı, 1997 yılında Millî Saraylar Daire Başkanlığı'na tahsis edilmiş ve 1999'da boş olarak teslim alınmıştır. Kasrın Sultan II. Abdülhamid (1876-1909) döneminde çekilmiş fotoğraflarında ise, binanın ağır altın varaklı mobilya takımları, Hereke kumaşlarından döşemelik ve perdeleri, Baccarat vazoları, büyük kristal avize ve şamdanlarıyla gayet zengin bir şekilde döşenmiş olduğu görülmektedir. Beykoz Kasrı 2005'te Millî Saraylar Daire Başkanlığı tarafından yüksek mimar İ. Umut Kukaracı'nın şantiye sorumluluğunda, tecrübeli sanatkârlarla, kapsamlı bir restorasyon çalışmasına alınmış ve 2011'de bu çalışma tamamlanmıştır. Setlerden oluşan 70 dönümlük bahçesinin set duvarlarında yapılan onarımlar sonrasında, boğaz’ın en güzel noktasında taraçalar üzerinde yükselen, ilçenin en estetik taş yapılarından olan Beykoz Mecidiye Kasrı TBMM Milli Saraylar tarafından bütünüyle restore işlemi tamamlandıktan sonra ziyarete açılmıştır.
Yûşâ Peygamber, bir rivâyete göre, Hz. Musa ile birlikte Mecmeul-Bahreyn'e (Boğaziçi) gelmiş ve burada vefât ederek bu tepeye gömülmüş. Bu yüzden de tepenin adı Yûşâ olmuş. Beykoz İlçesi'nde, İstanbul'un denize en yakın ve en yüksek tepesi, Yûşâ Tepesidir.(200 metre). Buradaki yapıları ve camiyi, 3.Osman'ın sadrazamlarından 28.Çelebizâde Mehmet Said Paşa yaptırmıştır; fakat çeşitli depremler ve yangınlarla çok fazla tahrip olmuştur. Günümüzdeki yapılar, 1863 yılında Sultan Abdülaziz tarafından onartılmıştır. Yûşâ (A.S.), Hz.Yusuf'un neslinden olup, Hz Musa ile aynı zamanda yaşamıştır. Hz Musa'nın genç Yûşâ ile “iki denizin birleştiği yere kadar” yaptıkları tarihi ve gizemli yolculukları ve burada Hızır (A.S.) ile buluşmaları, Kurân-ı Kerîm'de Kehf Suresi'nin 60-65. ayetlerinde anlatılır. 60. Hani Musa, genç yardımcısına demişti: “İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim ya da uzun zamanlar geçireceğim.” 61. Böylece ikisi, iki (deniz)in birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık) denizde bir akıntıya doğru (veya bir menfez bulup) kendi yolunu tuttu. 62. (Varmaları gereken yere gelip) Geçtiklerinde (Musa,) genç yardımcısına dedi ki: “Yemeğimizi getir bize, and olsun, bu yaptığımız yolculuktan gerçekten yorulduk.” 63. (Genç yardımcısı,) Dedi ki: “Gördün mü, kayaya sığındığımızda, ben balığı unuttum. Onu hatırlamamı şeytandan başkası bana unutturmadı; o da şaşılacak tarzda denizde kendi yolunu tuttu.” 64. (Musa,) Dedi ki: “Bizim de aradığımız buydu.” Böylelikle ikisi izleri üzerinde geriye doğru gittiler. 65. Derken, Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular. Burada, Hz Musa'nın yanındaki genç adamın Hz Yûşâ olduğu, rivayetlerden anlaşılmaktadır. https://www.youtube.com/watch?v=nOSfd1pgMCE Yûşâ Aleyhisselam'ın adı aslında "Yeşu" olup Arapça'ya "Yûşâ" diye geçtiği rivayet edilir. Yûşâ bin Nun bin Efrayim bin Yusuf bin Yakup bin İshak bin İbrahim Aleyhisselam'dır. Yûşâ Aleyhisselam'ın babasının adı, "Nun"; annesinin adı ise "Meryem"dir. Yûşâ Aleyhisselam'ın annesi, Hz. Musa'nın kız kardeşidir. Yûşâ bin Nun Aleyhisselam; orta boylu, buğday tenli, büyük gözlü, mücâhit, gâzî ve yiğit bir zâttı.
Józsu hegy
Anadolu Kavağı
Yûşâ Peygamber, bir rivâyete göre, Hz. Musa ile birlikte Mecmeul-Bahreyn'e (Boğaziçi) gelmiş ve burada vefât ederek bu tepeye gömülmüş. Bu yüzden de tepenin adı Yûşâ olmuş. Beykoz İlçesi'nde, İstanbul'un denize en yakın ve en yüksek tepesi, Yûşâ Tepesidir.(200 metre). Buradaki yapıları ve camiyi, 3.Osman'ın sadrazamlarından 28.Çelebizâde Mehmet Said Paşa yaptırmıştır; fakat çeşitli depremler ve yangınlarla çok fazla tahrip olmuştur. Günümüzdeki yapılar, 1863 yılında Sultan Abdülaziz tarafından onartılmıştır. Yûşâ (A.S.), Hz.Yusuf'un neslinden olup, Hz Musa ile aynı zamanda yaşamıştır. Hz Musa'nın genç Yûşâ ile “iki denizin birleştiği yere kadar” yaptıkları tarihi ve gizemli yolculukları ve burada Hızır (A.S.) ile buluşmaları, Kurân-ı Kerîm'de Kehf Suresi'nin 60-65. ayetlerinde anlatılır. 60. Hani Musa, genç yardımcısına demişti: “İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim ya da uzun zamanlar geçireceğim.” 61. Böylece ikisi, iki (deniz)in birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık) denizde bir akıntıya doğru (veya bir menfez bulup) kendi yolunu tuttu. 62. (Varmaları gereken yere gelip) Geçtiklerinde (Musa,) genç yardımcısına dedi ki: “Yemeğimizi getir bize, and olsun, bu yaptığımız yolculuktan gerçekten yorulduk.” 63. (Genç yardımcısı,) Dedi ki: “Gördün mü, kayaya sığındığımızda, ben balığı unuttum. Onu hatırlamamı şeytandan başkası bana unutturmadı; o da şaşılacak tarzda denizde kendi yolunu tuttu.” 64. (Musa,) Dedi ki: “Bizim de aradığımız buydu.” Böylelikle ikisi izleri üzerinde geriye doğru gittiler. 65. Derken, Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular. Burada, Hz Musa'nın yanındaki genç adamın Hz Yûşâ olduğu, rivayetlerden anlaşılmaktadır. https://www.youtube.com/watch?v=nOSfd1pgMCE Yûşâ Aleyhisselam'ın adı aslında "Yeşu" olup Arapça'ya "Yûşâ" diye geçtiği rivayet edilir. Yûşâ bin Nun bin Efrayim bin Yusuf bin Yakup bin İshak bin İbrahim Aleyhisselam'dır. Yûşâ Aleyhisselam'ın babasının adı, "Nun"; annesinin adı ise "Meryem"dir. Yûşâ Aleyhisselam'ın annesi, Hz. Musa'nın kız kardeşidir. Yûşâ bin Nun Aleyhisselam; orta boylu, buğday tenli, büyük gözlü, mücâhit, gâzî ve yiğit bir zâttı.
Beykoz’un günümüzde dahi müstesna semtlerinden biri olan Kanlıca, İstanbul Boğazı sahilinde, Emirgan’ın karşısında, Anadoluhisarı ile Çubuklu arasında yer alıyor. Semt, yoğurdu kadar Mihrabad Korusu ve ayrıca yalıları ile ünlü. Osmanlı dönemlerinde tulumbacılarıyla nam salan Kanlıca’nın önünde, Bülbül Deresi’nin ağzındaki koy ise, özellikle de 19.YY’da, bülbül dinlenen mehtap şenlikleri ile hatıralarda yer edinmiş. Koy, artık unutulmaya yüz tutan dalyanlara da evsahipliği yapmış bir zamanlar. İsmi konusunda çeşitli rivayetler var. En çok kabul görenine göre; zamanın sultanı, bir gün İstanbul’un havası en temiz semtinin bulunması- nı istemiş. Nasıl ölçüleceği konusunda danıştığı vezirlerden biri; her semte kanlı et geçirilmiş direklerin asılmasını önererek en geç bozulan etin bulunduğu semtin, havası en temiz semt olacağını söyleyince Sultan emir vermiş ve Kanlıca, birinci olmuş. Sultan da bu semte Kanlıca ismini Ara sokakların dışında Kanlıca meydanı, gezilecek, dinlenilecek ikinci mekan. İskeleye çıkan meydan, tarihi yoğurtçusunun yanı sıra çeşitli kafe, restoranıyla, kahvaltıdan akşam yemeklerine kadar hareketini kaybetmiyor. Meydanda yer alan, Sinan’ın eseri Gazi İskender Paşa Camii’nin civarında, haftanın her günü takı, el sanatları, hediyelik eşya pazarı mevcut. İskender Paşa’yı (Çelebi) tarihi dizilerden de hatırlarsınız; dizide Pargalı İbrahim’in, Sultan’ı dahi hiçe sayacak kadar cüretkarlıkta, en büyük rakibi olarak gösteriliyor. Caminin yakınında Çelebi’nin türbesi ve bir muvakkithane halihazırda mevcut, aşhane, mektep ve hamam ile asırlık ağaçlar ise yol çalışmaları dolayısıyla erken Cumhuriyet döneminde yıkılmış. Koya adını veren Şeyhülislam Bahai Efendi Yalısı 19.YY’da yanmış olsa da Ali Paşa, Sadrazam Saffet Paşa, Rukiye Sultan, Yağlıkçı Hacı Reşit Bey, Hekimbaşı Salih Efendi, Sadrazam Hüseyin Paşa, Sadrazam Halil Ethem Paşa, Marki Necip Paşa, Manolya Yalısı zikredilmeye değer yalıların başında geliyor. Meydanın karşısında sağlı sollu kahvehane, antikacı vs’nin bulunduğu sokaktan girerek çıkılabilen, I. Mahmut zamanında kurulan Mihrabat Korusu güzel hava ve manzarasıyla, küçülmüş olarak da olsa günümüze ulaşmış bulunuyor. Koruya çıktı- ğınızda hemen solunuzda koy, sağınızda da Fatih Sultan Mehmet Köprüsü kalıyor. Karşınızda da bütün heyebetiyle Rumeli Hisarı… Orman İşletmesi’nin idaresindeki koruda faaliyet gösteren işletme; restoran, kafe, davet, organizasyon, çocuk parkı ve paintball hizmetleri veriyor. 25 hektarlık koru, Boğaz’ın hakim bitki örtüsünü, en çok da anıtsal boyutlara ulaşmış serviler ve fıstık çamlarıyla, erguvan, defne, akçakesme, kermes meşesi ve çınarları barındırıyor. Yıldırım Bayezid’in İstanbul’u kuşattığında otağ kurduğu Otağtepe olarak adlandırılan semtte Tema Vakfı’nın geliştirdiği ve iki bölümden olu- şan Doğa Kültür Parkı yer alıyor. Kuzey Parkı’nda çeşitli bitki türleri sergilenir, yürüme ve dinlenme mekânları misafirlere hizmet verirken Güney Parkı, isteyenlerin spor yapması amacı için düzenlenmiş, aynı zamanda çocuklara hizmet eden eğlence alanları ile donatılmış durumda
10 helybéli ajánlásával
Kanlıca
10 helybéli ajánlásával
Beykoz’un günümüzde dahi müstesna semtlerinden biri olan Kanlıca, İstanbul Boğazı sahilinde, Emirgan’ın karşısında, Anadoluhisarı ile Çubuklu arasında yer alıyor. Semt, yoğurdu kadar Mihrabad Korusu ve ayrıca yalıları ile ünlü. Osmanlı dönemlerinde tulumbacılarıyla nam salan Kanlıca’nın önünde, Bülbül Deresi’nin ağzındaki koy ise, özellikle de 19.YY’da, bülbül dinlenen mehtap şenlikleri ile hatıralarda yer edinmiş. Koy, artık unutulmaya yüz tutan dalyanlara da evsahipliği yapmış bir zamanlar. İsmi konusunda çeşitli rivayetler var. En çok kabul görenine göre; zamanın sultanı, bir gün İstanbul’un havası en temiz semtinin bulunması- nı istemiş. Nasıl ölçüleceği konusunda danıştığı vezirlerden biri; her semte kanlı et geçirilmiş direklerin asılmasını önererek en geç bozulan etin bulunduğu semtin, havası en temiz semt olacağını söyleyince Sultan emir vermiş ve Kanlıca, birinci olmuş. Sultan da bu semte Kanlıca ismini Ara sokakların dışında Kanlıca meydanı, gezilecek, dinlenilecek ikinci mekan. İskeleye çıkan meydan, tarihi yoğurtçusunun yanı sıra çeşitli kafe, restoranıyla, kahvaltıdan akşam yemeklerine kadar hareketini kaybetmiyor. Meydanda yer alan, Sinan’ın eseri Gazi İskender Paşa Camii’nin civarında, haftanın her günü takı, el sanatları, hediyelik eşya pazarı mevcut. İskender Paşa’yı (Çelebi) tarihi dizilerden de hatırlarsınız; dizide Pargalı İbrahim’in, Sultan’ı dahi hiçe sayacak kadar cüretkarlıkta, en büyük rakibi olarak gösteriliyor. Caminin yakınında Çelebi’nin türbesi ve bir muvakkithane halihazırda mevcut, aşhane, mektep ve hamam ile asırlık ağaçlar ise yol çalışmaları dolayısıyla erken Cumhuriyet döneminde yıkılmış. Koya adını veren Şeyhülislam Bahai Efendi Yalısı 19.YY’da yanmış olsa da Ali Paşa, Sadrazam Saffet Paşa, Rukiye Sultan, Yağlıkçı Hacı Reşit Bey, Hekimbaşı Salih Efendi, Sadrazam Hüseyin Paşa, Sadrazam Halil Ethem Paşa, Marki Necip Paşa, Manolya Yalısı zikredilmeye değer yalıların başında geliyor. Meydanın karşısında sağlı sollu kahvehane, antikacı vs’nin bulunduğu sokaktan girerek çıkılabilen, I. Mahmut zamanında kurulan Mihrabat Korusu güzel hava ve manzarasıyla, küçülmüş olarak da olsa günümüze ulaşmış bulunuyor. Koruya çıktı- ğınızda hemen solunuzda koy, sağınızda da Fatih Sultan Mehmet Köprüsü kalıyor. Karşınızda da bütün heyebetiyle Rumeli Hisarı… Orman İşletmesi’nin idaresindeki koruda faaliyet gösteren işletme; restoran, kafe, davet, organizasyon, çocuk parkı ve paintball hizmetleri veriyor. 25 hektarlık koru, Boğaz’ın hakim bitki örtüsünü, en çok da anıtsal boyutlara ulaşmış serviler ve fıstık çamlarıyla, erguvan, defne, akçakesme, kermes meşesi ve çınarları barındırıyor. Yıldırım Bayezid’in İstanbul’u kuşattığında otağ kurduğu Otağtepe olarak adlandırılan semtte Tema Vakfı’nın geliştirdiği ve iki bölümden olu- şan Doğa Kültür Parkı yer alıyor. Kuzey Parkı’nda çeşitli bitki türleri sergilenir, yürüme ve dinlenme mekânları misafirlere hizmet verirken Güney Parkı, isteyenlerin spor yapması amacı için düzenlenmiş, aynı zamanda çocuklara hizmet eden eğlence alanları ile donatılmış durumda
Anadoluhisarı İstanbul’un Beykoz ilçesinde İstanbul Boğazı kıyısında bir semt. Karşısında Rumelihisarı, kuzeyinde Kanlıca, güneyinde Kandilli bulunuyor. Adını 1395’te Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan Anadolu Hisarı’ndan alıyor. Hisarın hemen yanıbaşından Boğaz’a dökülen Göksu ile, güneyindeki Küçüksu dereleri arasında kalan Küçüksu Çayırı İstanbul’un, şarkılar, şiirler başta gelmek üzere sanatına konu edilmiş en önemli mesire alanlarından biri olmuş. Bu alanda, Abdülmecit tarafından Nikoğos Balyan’a yaptırılmış olan Küçüksu Kasrı ve kasrın hemen yanıbaşında da Küçüksu Çeşmesi olarak da bilinen Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi yer alıyor. Semt, aynı zamanda 1699’a tarihlenen İstanbul’un en eski ahşap binası Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı’na da evsahipliği yapıyor. Bölgedeki yalıların dışında dikkat çeken diğer tarihi yapılarından Fatih Sultan Camii, Fatih döneminde tek kubbeli olarak iskelenin bitişiğine inşa edilmiş ve fakat 1920’lerde yıkılarak, bugün Kanlıca yolu üzerinde kıyı tarafındaki yerinde yeniden yapılmış. Küçüksu Camii ve Karakolu 1950’lerde yıkılmış. Görülebilecek diğer önemli eserlerin başlıcaları ise; Küçüksu Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi, Küçüksu Kasrı, Göksu Peksimetçi Salih Ağa Camii, Muhaşşi Sinan Camii, Namazgah, Meryem Ana Ayazması, Nişangah ve Küçüksu Köprüsü’nden oluşuyor. Tarihe doğanın binbir çeşidi eşlik ediyor... Bölgede tarihi eserler ve yalılar, bahar ve yaz aylarında tepelere doğru erguvanlar, mor salkımlar, sarmaşık gülleri ve bir de asırlık çınarlarla yan yana ıhlamur ağaçlarıyla paylaşıyor bu benzersiz alanı... Barındırdığı güzelliklerle önemli bir turistik mekân olan Anadoluhisarı, yalnızca Beykozlular’ın değil yerli ve yabancı misafirlerin de uğrak yerlerinden birisi. Yazın artan konuk sayısını karşılamak üzere Beykoz Belediyesi tarafından çeşitli çevre düzenlemelerinin yapıldığı semte sakinleri ve esnaf da sahip çıkıyor. Ayrıca, Osmanlı Padişahları’nın gözde mesire alanlarından Tarihi Küçüksu Mesiresi, doğal ve tarihi dokusuna uygun olarak yeniden ilçeye kazandırılıyor. Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüleri’nin inşaatları sırasında yeşil alan dokusu büyük oranda zarar gören Küçüksu Mesiresi, camisi ve tarihi kasrıyla yemyeşil bir vaha şeklinde ortaya çıkacak. https://www.beykoz.bel.tr/beykoz/detay/anadoluhisari
21 helybéli ajánlásával
Anatóliai erőd
21 helybéli ajánlásával
Anadoluhisarı İstanbul’un Beykoz ilçesinde İstanbul Boğazı kıyısında bir semt. Karşısında Rumelihisarı, kuzeyinde Kanlıca, güneyinde Kandilli bulunuyor. Adını 1395’te Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan Anadolu Hisarı’ndan alıyor. Hisarın hemen yanıbaşından Boğaz’a dökülen Göksu ile, güneyindeki Küçüksu dereleri arasında kalan Küçüksu Çayırı İstanbul’un, şarkılar, şiirler başta gelmek üzere sanatına konu edilmiş en önemli mesire alanlarından biri olmuş. Bu alanda, Abdülmecit tarafından Nikoğos Balyan’a yaptırılmış olan Küçüksu Kasrı ve kasrın hemen yanıbaşında da Küçüksu Çeşmesi olarak da bilinen Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi yer alıyor. Semt, aynı zamanda 1699’a tarihlenen İstanbul’un en eski ahşap binası Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı’na da evsahipliği yapıyor. Bölgedeki yalıların dışında dikkat çeken diğer tarihi yapılarından Fatih Sultan Camii, Fatih döneminde tek kubbeli olarak iskelenin bitişiğine inşa edilmiş ve fakat 1920’lerde yıkılarak, bugün Kanlıca yolu üzerinde kıyı tarafındaki yerinde yeniden yapılmış. Küçüksu Camii ve Karakolu 1950’lerde yıkılmış. Görülebilecek diğer önemli eserlerin başlıcaları ise; Küçüksu Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi, Küçüksu Kasrı, Göksu Peksimetçi Salih Ağa Camii, Muhaşşi Sinan Camii, Namazgah, Meryem Ana Ayazması, Nişangah ve Küçüksu Köprüsü’nden oluşuyor. Tarihe doğanın binbir çeşidi eşlik ediyor... Bölgede tarihi eserler ve yalılar, bahar ve yaz aylarında tepelere doğru erguvanlar, mor salkımlar, sarmaşık gülleri ve bir de asırlık çınarlarla yan yana ıhlamur ağaçlarıyla paylaşıyor bu benzersiz alanı... Barındırdığı güzelliklerle önemli bir turistik mekân olan Anadoluhisarı, yalnızca Beykozlular’ın değil yerli ve yabancı misafirlerin de uğrak yerlerinden birisi. Yazın artan konuk sayısını karşılamak üzere Beykoz Belediyesi tarafından çeşitli çevre düzenlemelerinin yapıldığı semte sakinleri ve esnaf da sahip çıkıyor. Ayrıca, Osmanlı Padişahları’nın gözde mesire alanlarından Tarihi Küçüksu Mesiresi, doğal ve tarihi dokusuna uygun olarak yeniden ilçeye kazandırılıyor. Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüleri’nin inşaatları sırasında yeşil alan dokusu büyük oranda zarar gören Küçüksu Mesiresi, camisi ve tarihi kasrıyla yemyeşil bir vaha şeklinde ortaya çıkacak. https://www.beykoz.bel.tr/beykoz/detay/anadoluhisari
Beykoz malumunuz Küçüksu’dan başlar, bir adım ötesi Göksu’dur. I. Mahmut Kağıthane mesiresi isyan sonrası görkemli günlerini geride bırakınca Göksu kıyısında gösterişli ahşap bir yalı yaptırır. İşte bu yalı Göksu’nun kaderini değiştirecektir. Ardından Göksu çevresine kır kahvehaneleri birbiri ardına inşa edilmeye başlanır. Günlük gezintileri, kayık sefaları, mehtap alemleri, ortaoyunları, fasılları 17. yüzyılda Göksu’yu şehrin sosyal merkezlerinden biri haline getirir. IV. Murat da kayıtsız kalmaz bu eşsiz semte; çevresini ihya edip Gümüş Servi koyar adını. Evliya Çelebi seyehatnamesinde “İstanbul şehri içerisinde madenlerden dokuzuncusu Göksu Hisarı denen gezinti ve eğlence yerindeki dağlardan taşlardan çıkan kireçtir ki, kardan ve sütten beyaz olup dünya üzerinde benzeri yoktur. Onuncu maden ise yine Göksu’da çıkan kırmızı topraktır. Bu topraktan çeşitli bardaklar, çanaklar ve çömlekler yapılır.” der. Nedim, Enderunlu Vasıf, sonrasında Recaizade Ekrem, Ahmet Rasim, Saffeti Ziya, Halit Ziya, Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi, Pierre Loti; şiirlerinde, şarkılarında, romanlarında geniş yer ayırırlar Göksu’ya. Bugün Göksu hala güzel ve İstanbul’un nefes alınabilir, içinize çektiğinizde anlatısıyla tarih kokan bir semti. Küçüksu ve Göksu dereleri arasında kendini kısmen muhafaza eden çayırı, Küçüksu Kasrı, iskelesi, kasırla Göksu Deresi kıyısına sırasıyla dizilmiş birbirinden şirin restoranları, çömlekçileri, mısırı, tarihi halat fabrikasıyla Göksu eprimemiş anlatısıyla zamana direnmekte.
Göksu
Beykoz malumunuz Küçüksu’dan başlar, bir adım ötesi Göksu’dur. I. Mahmut Kağıthane mesiresi isyan sonrası görkemli günlerini geride bırakınca Göksu kıyısında gösterişli ahşap bir yalı yaptırır. İşte bu yalı Göksu’nun kaderini değiştirecektir. Ardından Göksu çevresine kır kahvehaneleri birbiri ardına inşa edilmeye başlanır. Günlük gezintileri, kayık sefaları, mehtap alemleri, ortaoyunları, fasılları 17. yüzyılda Göksu’yu şehrin sosyal merkezlerinden biri haline getirir. IV. Murat da kayıtsız kalmaz bu eşsiz semte; çevresini ihya edip Gümüş Servi koyar adını. Evliya Çelebi seyehatnamesinde “İstanbul şehri içerisinde madenlerden dokuzuncusu Göksu Hisarı denen gezinti ve eğlence yerindeki dağlardan taşlardan çıkan kireçtir ki, kardan ve sütten beyaz olup dünya üzerinde benzeri yoktur. Onuncu maden ise yine Göksu’da çıkan kırmızı topraktır. Bu topraktan çeşitli bardaklar, çanaklar ve çömlekler yapılır.” der. Nedim, Enderunlu Vasıf, sonrasında Recaizade Ekrem, Ahmet Rasim, Saffeti Ziya, Halit Ziya, Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi, Pierre Loti; şiirlerinde, şarkılarında, romanlarında geniş yer ayırırlar Göksu’ya. Bugün Göksu hala güzel ve İstanbul’un nefes alınabilir, içinize çektiğinizde anlatısıyla tarih kokan bir semti. Küçüksu ve Göksu dereleri arasında kendini kısmen muhafaza eden çayırı, Küçüksu Kasrı, iskelesi, kasırla Göksu Deresi kıyısına sırasıyla dizilmiş birbirinden şirin restoranları, çömlekçileri, mısırı, tarihi halat fabrikasıyla Göksu eprimemiş anlatısıyla zamana direnmekte.
Yoros Kalesi'nin tarih tonlarında, boğazın mavisinin, doğanın yeşiliyle buluştuğu bir zamanların şirin, balıkçı sahil kasabası... Şimdilerde turistlerin uğrak mekanı; muhteşem denizi, taze balığı havası ve yeşiliyle huzur vermekte her an ziyaretçilerine. 1946 yılına kadar Anadolu Kavağı Köyü, memnu askeri bölge içinde kalmaktaydı. Vaktiyle köye Gayr-i Müslim sokulmazdı. Vapur iskelesinde hüviyet cüzdanları muayene edilirdi. Gerek Anadolu gerekse Rumeli Kavağı sahilleri Türklerden evvel sahipleri için mukaddes bir bölge sayılırdı. Zira, kararsız ve huysuz mizacı ile Karadeniz gemicilerin daima korktukları ve olduğundan da fazla büyüttükleri bir canavar ağzı gibiydi. Bu nedenle ilahlara adak adanmadan, kurbanlar kesilmeden hiçbir geminin bu korkunç denize açılması adet değildi. Kavak çarşısının dükkanları hava bekleyerek geceleyen gemicilerin alışveriş edebilmeleri için sabaha kadar açık bulunurdu. Hal böyle olunca işte ve kazançta hareket ve bereket fazla olurdu köyde. Çok yaşlı büyük çınarlara evvelce kavak denildiği ve bu nedenle köyün adının Anadolu Kavağı olduğu rivayet edilir. Bir diğer söylence de köyün dillere destan kavak incirinin köye ad olması. Andreossy’ye göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u muasara ettiğinde surlarda gedik açacak küçük bazalt taşlarını Kavak’tan tedarik etmişti. Köyün sonraki kurucularından Midillili Ali Reis’in köy içerisinde birden fazla hayratı var. Onlardan biri camisi. Paşa caminin yanında bulunan hazirede meftun. IV. Murat Rus ve Kazak akınlarını önlemek için Rumeli Kavağı Kalesi ile beraber Anadolu Kavağı’na da bir kale yaptırır. Evliya Çelebi “Baştan başa Müslüman kasabasıdır. Merkezinde 800 civarında hanesi, yedi mescidi, bir hamamı, 200 kadar dükkanı, bekar evleri, sıbyan mektebi ve bir çeşmesi vardır. Halkı gemici, bağcı ve tüccardır.” der. Osmanlı yöneticilerinin öteden beri ehemmiyet verdiği milletlerarası karantina işlemleri için 1838’de meşhur Kavak Tehaffuzhanesi inşa edilir. Günümüzde olduğu gibi; olağanüstü denizi, taze balığı, havası ve yeşili Anadolu Kavağı’nı her dönem hafta sonu İstanbulluların uğrak yeri yapmıştır.
34 helybéli ajánlásával
Anadolu Kavağı
34 helybéli ajánlásával
Yoros Kalesi'nin tarih tonlarında, boğazın mavisinin, doğanın yeşiliyle buluştuğu bir zamanların şirin, balıkçı sahil kasabası... Şimdilerde turistlerin uğrak mekanı; muhteşem denizi, taze balığı havası ve yeşiliyle huzur vermekte her an ziyaretçilerine. 1946 yılına kadar Anadolu Kavağı Köyü, memnu askeri bölge içinde kalmaktaydı. Vaktiyle köye Gayr-i Müslim sokulmazdı. Vapur iskelesinde hüviyet cüzdanları muayene edilirdi. Gerek Anadolu gerekse Rumeli Kavağı sahilleri Türklerden evvel sahipleri için mukaddes bir bölge sayılırdı. Zira, kararsız ve huysuz mizacı ile Karadeniz gemicilerin daima korktukları ve olduğundan da fazla büyüttükleri bir canavar ağzı gibiydi. Bu nedenle ilahlara adak adanmadan, kurbanlar kesilmeden hiçbir geminin bu korkunç denize açılması adet değildi. Kavak çarşısının dükkanları hava bekleyerek geceleyen gemicilerin alışveriş edebilmeleri için sabaha kadar açık bulunurdu. Hal böyle olunca işte ve kazançta hareket ve bereket fazla olurdu köyde. Çok yaşlı büyük çınarlara evvelce kavak denildiği ve bu nedenle köyün adının Anadolu Kavağı olduğu rivayet edilir. Bir diğer söylence de köyün dillere destan kavak incirinin köye ad olması. Andreossy’ye göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u muasara ettiğinde surlarda gedik açacak küçük bazalt taşlarını Kavak’tan tedarik etmişti. Köyün sonraki kurucularından Midillili Ali Reis’in köy içerisinde birden fazla hayratı var. Onlardan biri camisi. Paşa caminin yanında bulunan hazirede meftun. IV. Murat Rus ve Kazak akınlarını önlemek için Rumeli Kavağı Kalesi ile beraber Anadolu Kavağı’na da bir kale yaptırır. Evliya Çelebi “Baştan başa Müslüman kasabasıdır. Merkezinde 800 civarında hanesi, yedi mescidi, bir hamamı, 200 kadar dükkanı, bekar evleri, sıbyan mektebi ve bir çeşmesi vardır. Halkı gemici, bağcı ve tüccardır.” der. Osmanlı yöneticilerinin öteden beri ehemmiyet verdiği milletlerarası karantina işlemleri için 1838’de meşhur Kavak Tehaffuzhanesi inşa edilir. Günümüzde olduğu gibi; olağanüstü denizi, taze balığı, havası ve yeşili Anadolu Kavağı’nı her dönem hafta sonu İstanbulluların uğrak yeri yapmıştır.
Vaktiyle tüm sakini Gayr-i Müslim olan köye Sultan İbrahim’in saltanatında sadrazam Hezarpare Ahmet Paşa geniş bahçeli bir saray yaptırır. III. Mustafa; mektep, cami, çeşme ve hamam imar edip etrafına Türk nüfus iskan eder. Hıristiyan nüfus zamanla azalsa da tamamen yok olmaz. 1894 yılında Ayios Konstantinos Rum Ortodoks kilisesi yapılır. Semtte ayrıca Aya Kiryaki Ayazması vardır. 19. yüzyılda Paşabahçe’de bir cami, iki kilise, bir dalyan, iki fırın, bir peksimethane değirmeni, yedi yalı bulunmaktadır. Aynı yüzyılda Paşabahçe’de cam, porselen ve mum imalathaneleri mevcuttur. 1934 yılında kurulan cam fabrikası ve 1922 yılında faaliyetine başlayan rakı ve ispirto fabrikası semtte nüfusun hızla artmasına neden olur. Paşabahçe özellikle kıyı şeridinde yer alan her biri diğerinden güzel dinlenme alanları, Boğaz’ın Anadolu Yakası’nda karaya doğru yaptığı en büyük girintilerden biri olan koyunda yer alan restoranlarıyla hafta sonu İstanbulluların uğrak yeri.
Paşabahçe
Vaktiyle tüm sakini Gayr-i Müslim olan köye Sultan İbrahim’in saltanatında sadrazam Hezarpare Ahmet Paşa geniş bahçeli bir saray yaptırır. III. Mustafa; mektep, cami, çeşme ve hamam imar edip etrafına Türk nüfus iskan eder. Hıristiyan nüfus zamanla azalsa da tamamen yok olmaz. 1894 yılında Ayios Konstantinos Rum Ortodoks kilisesi yapılır. Semtte ayrıca Aya Kiryaki Ayazması vardır. 19. yüzyılda Paşabahçe’de bir cami, iki kilise, bir dalyan, iki fırın, bir peksimethane değirmeni, yedi yalı bulunmaktadır. Aynı yüzyılda Paşabahçe’de cam, porselen ve mum imalathaneleri mevcuttur. 1934 yılında kurulan cam fabrikası ve 1922 yılında faaliyetine başlayan rakı ve ispirto fabrikası semtte nüfusun hızla artmasına neden olur. Paşabahçe özellikle kıyı şeridinde yer alan her biri diğerinden güzel dinlenme alanları, Boğaz’ın Anadolu Yakası’nda karaya doğru yaptığı en büyük girintilerden biri olan koyunda yer alan restoranlarıyla hafta sonu İstanbulluların uğrak yeri.
Burada çubuk lülesi yapıldığı için adının Çubuklu olduğu rivayet edilir. Bir başka rivayet de Evliya Çelebi’ye aittir. Çelebi semtin ismini açıklarken bir hadiseye değinir. II. Bayezid, şehzadesi Selim’i Trabzon’dan getirttiği vakit sekiz sene hilafetin işareti de sayılan sekiz çubuk vurur. Çubukları vururken Şehzadeye: “Oğlan, elem çekme zikreyle, zikir tarihinden sonra terbiyemle meydan-ı hilafet senindir. Al bu yediğin kuru çubuğu yere dik, sekiz sene meyvesini yiyesin.’’ der. Şehzade Selim kızılcık çubuğunu yere diker ve “Ya Rabbi! Bu kuru ağaca meyve ver.’’ diye dua eder. Olaya şahit olan Kara Şemsettin Hazretleri duaya “Amin” diyerek mukabele edince kuru çubuğa can gelir. Çelebi “Kızılcığın her tanesi Medine hurması gibi beşer dirhem gelir” diye anlatımını noktalar. Hadisenin geçtiği mevkiye de Çubuklu Bahçesi denir. Çubuklu Osmanlı öncesi Katangiyon adında bir mesire yeridir. Saint Alexander burada gece gündüz ayin yapıldığı için Uykusuzlar Manastırı’nı yaptırır. Yavuz’dan sonra Sultan Süleyman ve I. Ahmed’in de özel ilgisini görür Çubuklu. III. Ahmed’in damadı ve sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından burada büyük bir havuz ve güzel bir çeşme yaptırılır, dere etrafına çınarlar ve çeşitli ağaçlar diktirilir. Yerinin güzelliği nedeniyle Sultan III. Ahmed zamanında tekrar imar edilir. Çubuklu’ya en çok özeni kuşkusuz Sadrazam Rıfat Paşa göstermiştir. Eski Feyzabad Kasrı olan yalısının çevresine laklar, kastlar, havuzlar yaptırır. Ardından köyü şenlendirmek maksadıyla beş evladına da yalı inşa ettirir. Mehmet Rauf’un deyimi ile “Bir vakitler sahillerine Boğaz’ın en güzel yalıları sıralanmış olan bu köy, geçirdiği parlak devirlere rağmen, poyraza dönük yüzüyle havasının sertliğinden ikbali hep kısa sürmüş, nedense gülmesiyle küsüp kabuğuna çekilmesi bir olmuştur”. Fakat her devirde olduğu gibi çekici güzelliğiyle 19. yüzyılın son yıllarında da Çubuklu kendisine sahip çıkacak birini bulur. Bu dönemde Abbas Hilmi Paşa imar eder Çubuklu’yu. Paşa büyük bir kasır, köşkler ve Çubuklu Camii’ni yaptırır. Mehmet Rauf gibi Çubuklu’nun güzelliğine bugün de methiyeler düzülebilir, geniş sahil kordonunda yürünebilir, Boğaz’la iç içe restoranlarında geleneksel lezzetleri tadılabilir, Hidiv Korusu’na çıkıp İstanbul’un en güzel resimleri çekilebilir.
Çubuklu
Burada çubuk lülesi yapıldığı için adının Çubuklu olduğu rivayet edilir. Bir başka rivayet de Evliya Çelebi’ye aittir. Çelebi semtin ismini açıklarken bir hadiseye değinir. II. Bayezid, şehzadesi Selim’i Trabzon’dan getirttiği vakit sekiz sene hilafetin işareti de sayılan sekiz çubuk vurur. Çubukları vururken Şehzadeye: “Oğlan, elem çekme zikreyle, zikir tarihinden sonra terbiyemle meydan-ı hilafet senindir. Al bu yediğin kuru çubuğu yere dik, sekiz sene meyvesini yiyesin.’’ der. Şehzade Selim kızılcık çubuğunu yere diker ve “Ya Rabbi! Bu kuru ağaca meyve ver.’’ diye dua eder. Olaya şahit olan Kara Şemsettin Hazretleri duaya “Amin” diyerek mukabele edince kuru çubuğa can gelir. Çelebi “Kızılcığın her tanesi Medine hurması gibi beşer dirhem gelir” diye anlatımını noktalar. Hadisenin geçtiği mevkiye de Çubuklu Bahçesi denir. Çubuklu Osmanlı öncesi Katangiyon adında bir mesire yeridir. Saint Alexander burada gece gündüz ayin yapıldığı için Uykusuzlar Manastırı’nı yaptırır. Yavuz’dan sonra Sultan Süleyman ve I. Ahmed’in de özel ilgisini görür Çubuklu. III. Ahmed’in damadı ve sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından burada büyük bir havuz ve güzel bir çeşme yaptırılır, dere etrafına çınarlar ve çeşitli ağaçlar diktirilir. Yerinin güzelliği nedeniyle Sultan III. Ahmed zamanında tekrar imar edilir. Çubuklu’ya en çok özeni kuşkusuz Sadrazam Rıfat Paşa göstermiştir. Eski Feyzabad Kasrı olan yalısının çevresine laklar, kastlar, havuzlar yaptırır. Ardından köyü şenlendirmek maksadıyla beş evladına da yalı inşa ettirir. Mehmet Rauf’un deyimi ile “Bir vakitler sahillerine Boğaz’ın en güzel yalıları sıralanmış olan bu köy, geçirdiği parlak devirlere rağmen, poyraza dönük yüzüyle havasının sertliğinden ikbali hep kısa sürmüş, nedense gülmesiyle küsüp kabuğuna çekilmesi bir olmuştur”. Fakat her devirde olduğu gibi çekici güzelliğiyle 19. yüzyılın son yıllarında da Çubuklu kendisine sahip çıkacak birini bulur. Bu dönemde Abbas Hilmi Paşa imar eder Çubuklu’yu. Paşa büyük bir kasır, köşkler ve Çubuklu Camii’ni yaptırır. Mehmet Rauf gibi Çubuklu’nun güzelliğine bugün de methiyeler düzülebilir, geniş sahil kordonunda yürünebilir, Boğaz’la iç içe restoranlarında geleneksel lezzetleri tadılabilir, Hidiv Korusu’na çıkıp İstanbul’un en güzel resimleri çekilebilir.